Meme Kanseri

MEME KANSERİ NEDİR? NE SIKLIKTA GÖRÜLÜR?

meme-kanseri-topBilinenler nelerdir?

  • Meme kanseri, memenin kendi hücrelerin kontrol dışı büyüyerek meme dokusunda , sınır tanımaksızın gelişmesi ve sonucunda bir “habis tümör kitlesi” meydana gelmesidir.
  • Meme kanseri kadınlarda en yaygın görülen tümör olup halen kesin sebebi bilinmemektedir
  • Kansere bağlı ölümlerde ikinci sıradadır
  • Meme kanseri oranı yıllar içersinde artmaktadır
  • 1950’li yıllarda her 20 kadında bir görülürken, günümüzde “ hayatları boyunca 8-9 kadının birinde meme kanseri görülmektedir
  • Amerika’da 2010 yılında , 215.000 yeni meme kanseri vakası teşhis edilmiş ve yaklaşık 45.000 hasta bu hastalık sebebiyle ölmüştür

Kimler meme kanseri için yüksek risk altındadır ?

  • Ailesinde meme kanseri olanlar (özellikle annede, kızkardeşte, teyzede ve kızında)
  • Kendisinde daha önce meme kanseri hikayesi olması
  • Adet başlama zamanı erken, menapoz yaşı geç olanlar
  • İlk doğum yaşı 30’un üzerinde olanlar
  • Hiç doğum yapmayan ve bebeğini emzirmeyenler
  • Uzun süreli hormon tedavisi alanlar
  • Doymuş yağ oranı yüksek (batı tipi diyet) ile beslenenler
  • Obez kadınlar
  • Sigara ve alkol kullananlar

Erken tanının ne faydası vardır ?

Meme kanseri erken saptandığında ve tedavisi yapıldığında, 5 yıllık sağ kalım oranı %96′ dır, yani hastaların hemen tamamına yakını etkin biçimde tedavi edilmiş olurlar . Amerika’ da bugün, tedavi sonrasında meme kanserinden tamamen kurtulan iki milyondan fazla hasta vardır.

Erken tanı için tarama nasıl yapılır ?

  • Erken tanıda; kendi kendine meme muayenesi, hekim tarafından klinik meme muayenesi ve tarama amaçlı görüntüleme ( mamografi – Ultrasonografi/US) yapılabilir
  • Meme kanserli hastaların birçoğu , hastalığını kendi kendini muayene ederek bulmuşlardır, önemli olan bu metodun “erken tanı” amacına uygun olarak kullanılmasıdır
  • Kendi kendine meme muayenesi 20 yaşından sonra her ay, adet bitimi sonrası dönemde yapılmalıdır
  • Şikayeti olmayan bir kadın 20-40 yaş arası 3 yılda bir, 40 yaşından sonra her yıl klinik meme muayenesi için hekime başvurmalıdır
  • Tüm kitleler elle muayenede saptanamaz
  • Mamografi düşük dozda röntgen ışını kullanılarak yapılır ve meme kanserini, klinik muayene ile saptanabilecek büyüme seviyesinden 2 yıl önce teşhis edebilir, yani “erken tanı” için çok değerlidir.
  • Amerikan Kanser Cemiyet’i 40 yaşından sonra tüm kadınlara yıllık mamografi takibi önermektedir
  • Mammografi ve US ile yapılan değerlendirmelere MR tetkikinin eklenmesi, meme kanseri tanısında değerli katkılar getirmektedir

MEME KANSERİNDE TANI, NASIL SAĞLANIR?

Kendi kendine meme muayenesi

Kadınların kendi memelerini muayene etmeleri, meme kanserinin erken evrede tanınmasında önem taşır.

Yirmi yaşından sonra tüm kadınlar için her ay “kendi kendine meme muayenesi “ önerilir.

Bunun için en uygun zaman adet bitimini takibeden 4-5. gün civarıdır. Meme muayenesi ; menapozdaki kadınlarda her ayın aynı günü, “doğum kontrol hapı” kullanan kadınlarda ise,her yeni ilaç kutusuna başlamadan önceki gün yapılmalıdır.

Kendi kendini meme muayenesinde şu sıra önerilir:

Önce, ayna karşısında memelerin gözle muayenesi , sonra ayakta dururken veya banyoda yıkanırken memelerin elle muayenesi yapılır. Bunları takiben; sırtüstü yatarken memeler elle muayene edilir.

Muayene ayna karşısında aydınlık bir ortamda yapılır. Eller bele konularak, gözlerle her iki memede şekil, büyüklük, renk ve yapı farklılıklarına dikkat edilir.

Eller başın üstüne kaldırılarak aynı gözlem tekrarlanır.

Sırtüstü yatarken; sağ meme sol elle, sol meme sağ elle; meme üzerinde ufak daireler çizecek şekilde ve çok bastırmadan, parmaklarınızın iç yüzlerinin teması ile hareket ettirilerek meme dokusu muayene edilir.

Kendi kendini muayenenin hedefi; varsa ,“meme dokusu içersinde sertlik bölgelerinin, ağrılı ve hassas alanların hissedilmesi, ciltte kızarıklık ve çekilmeler, meme başı çekilmeleri, yara ve benzeri değişikliklerin görülmesi” olarak tanımlanabilir.

Meme muayenesi” (Klinik muayene)

Amerikan Kanser Cemiyeti, kadınlara 40 yaşına kadar her 3 yılda bir, 40 yaşından sonra her yıl “”klinik meme muayenesi” önermektedir.

Klinik muayene, doktorun memedeki değişiklikleri ve kitleleri saptaması için yapılır. Bu muayeneden sonra hekim gerekli görürse, diğer tanı araçlarını da kullanacaktır.

Tanı araçları nelerdir?

  • Mamografi hakkında şunlar söylenebilir;

Mamografi meme hastalıklarının değerlendirilmesinde röntgen ışınları kullanılarak çekilen görüntüleme yöntemidir.

Mamografide kullanılan radyasyon dozu çok düşüktür ve zararlı değildir

Mammografi duyarlılığı % 85-90 düzeyindedir.

Belirtisi olmayan kadınlarda “tarama amaçlı”, belirtisi olanlarda ise “tanı amaçlı” kullanılmaktadır.

Amerikan Kanser Cemiyeti 40 yaşından sonra yıllık mamografi takibini önermektedir.

35 yaş altında mamografi çekimi önerilmez. Bunun sebebi, meme dokusunun yoğun olması nedeniyle mamografinin duyarlılığının azalması ve bu dönemde meme dokusunun radyasyona duyarlılığının fazla olmasıdır.

Klinik muayenede tespit edilemeyen küçük kitle ve bazı değişiklikleri mamografi incelemesi gösterir.

  • Ultrasonografi

Ultrasonografi mamografiye de, yardımcı olabilen bir tetkiktir.

En önemli kullanım alanı klinik muayene veya mamografide görülen kitlelerin önemli detaylarını (kistik-solid , dış sınır , iç yapı vb.) göstermesidir.

Genç kadınlarda ultrason mamografiye göre daha çok bilgi verir.

  • Manyetik Rezonans Görüntüleme (MR)

Meme MR, rutin tarama için kullanılan bir tetkik değildir, uygun hastalarda problem çözücü olarak kullanılır.Problem genellikle, “tümör” ve “tümör dışı” kitleleri birbirinden ayırabilmektir.

  • Biyopsi

Görüntüleme yöntemleri ile ayırıcı tanı yapılamayan şüpheli meme kitlelerinin kesin tanısı biyopsi ile konulur.

Biyopsiler iğne biyopsileri ve cerrahi biyopsiler olmak üzere iki gruba ayrılır.

  1. İğne Biyopsileri:

İnce iğne aspirasyon biyopsisi (İİAB), Enjektör ile yapılan basit, hasta tarafından iyi tolere edilebilen ve hızlı sonuç veren bir yöntemdir.

Tru-cut biyopsi (kalın iğne biyopsisi), Özel bir biyopsi iğnesi ile yapılan doku biyopsisidir. Bölgesel anestezi gerektirir. İİAB’ye göre doğruluğu daha yüksektir.

Her iki metod , ultrason görüntüsünden yararlanarak, daha doğru biçimde de yapılabilir.

Ayrıca, radyolojik görüntü altında, daha geniş doku çıkarmayı sağlayabilen ve biyopsi değerlendirmesine imkan veren teknolojik gelişmeler (Mammotome) dan da, biyopsi amacıyla yararlanılabilir.

  1. Cerrahi biyopsiler:

Kitlenin tümünün etrafındaki sağlam meme dokusu ile çıkarılması tercih edilir, bu işlem ise hastane şartlarında yapılmalıdır. Kitlenin yerine ve büyüklüğüne göre bölgesel veya genel anestezi kullanılabilir.

Tel rehberliğinde biyopsi: Görüntüleme yöntemleri ile saptanmış, ancak elle muayenede tespit edilemeyen kitleler veya şüpheli alanların çıkarılmasında kullanılır. Ameliyat öncesinde kitlenin yerini belirlemek için radyolog tarafından tümör kitlesi özel şekilli (olta iğnesine benzeyen) bir tel yerleştirilir. Cerrah, cerrahi girişim sırasında tel rehberliğinde kitle veya şüpheli alanı bulur – çıkarır, bu dokudan patolojik tanı elde edilir.

ROLL (Radyonüklit Okült Lezyon Lokalizasyonu), Tel rehberliğinde yapılan biyopsiye alternatif olarak kullanılan daha yeni bir tekniktir. Ameliyat öncesinde; “radyonüklit madde” ultrason veya mamografi yardımıyla şüpheli alan içine enjekte edilir. Ameliyatta özel bir alet yardımıyla (gama prob), işaretli alan bulunur ve çıkarılır.

Meme kanseri için ; bu tanı araçlarının tümünü kullanmayı bilen ve hangi hastada hangi tanı metodunu seçmenin uygun olacağını doğru olarak saptayabilen, kısaca bu konuda deneyim sahibi cerrahlar, hastalara daha yararlı olurlar.

Bu araçlarla meme kanseri tanısı sağlandıktan hemen sonra tedavi evresi , gecikmeksizin ele alınmalıdır. Meme kanserinin güncel tedavisi , genel prensipleri ile “MEME KANSERİNDE TEDAVİ” bölümünde verilmiştir.

MEME KANSERİNDE TEDAVİ NASIL SAĞLANIR ?

Meme kanserinin tedavisi cerrahi , kemoterapi , radyoterapi (ışın tedavisi) olarak üç ana başlıkta toplanır.Bunlara immunoterapi de eklenmelidir.

  • Cerrahi

Tedavideki amaç kanserli bölgenin çıkarılmasıdır. İki farklı tedavi şekli vardır.

1- Meme koruyucu ameliyat ( Lumpektomi-Kısmi mastektomi- Kadrantektomi )

Tümör dokusunun etrafındaki bir miktar normal komşu meme dokusu ile birlikte çıkarıldığı ameliyat şeklidir ve çıkarılan dokunun genişliğine göre farklı isimlendirilmektedir

Amaç memenin yerinde bırakılarak kozmetik görünümün bozulmaması, psikolojik olarak hastanın ameliyattan en az etkilenmesinin sağlanmasıdır

Ameliyat sonrası 5-7 hafta süren radyoterapi mutlaka gereklidir, yani kısaca “radyoterapi imkanı yoksa – bu ameliyat yapılamaz

Meme koruyucu cerrahi sonrasında kemoterapi gerekip-gerekmediği şeklindeki karar; hastanın özelliklerine, tümörün lokal-genel yayılımına ve patolojik değerlendirme ile saptanan karakterlerine ve bu özelliklerden oluşan “tümör evresi” ne göre, bu konuda deneyimli hekimler ve tercihan “multidisipliner tümör çalışma grupları” tarafından verilmelidir.

2- Mastektomi

Kanserli doku ile birlikte tüm memenin alınmasıdır

Tümörün türü ve evresine göre koltuk altı lenf bezleri de alınabilir

Koltuk altı lenf bezlerinin alınmadığı ameliyat basit mastektomi, alındığı ameliyatlar ise modifiye radikal mastektomi olarak adlandırılır

Ameliyat sonrasında, yukarda da belirtildiği gibi, hastanın yaşı, tümörün yayılımı ve bazı özelliklerine, yani “tümör evresi” ne göre kemoterapi ve radyoterapi eklenmesi gerekebilir, bu karar da “multidisipliner tümör çalışma grubu” tarafından verilmelidir.

Ameliyat sırasında veya iyileşme sürecinden bir süre sonra, sentetik mataryeller kullanılarak (silikon vb..) veya hastanın komşu bölgesinden bu bölgeye taşınan bir doku bölümü kullanılarak (Mammoplasti) yeniden meme görüntüsünde bir şekillendirme yapılabilir. Bu işlem bugün sıklıkla yapılmaktadır.

Koltuk altı lenf bezleri

Lenf bezleri bağışıklık sisteminin bir parçası olarak vücudun savunmasında rol alırlar, değişik yerleşimlerde bulunurlar. Bunlardan birisi de koltuk altı boşluğudur. Burada yeralan lenf bezleri, koldan-çevre dokulardan ve daha da önemlisi meme’den gelen lenf yoıllarının aktığı ve filtre edildiği yerlerdir.

Bilindiği gibi, meme kanserinin önemli yayılma yollarından bir tanesi de lenfatik yayılımdır. Hastalık bu yolla sıklıkla yayılmakta ve koltuk altı lenf bezlerini tutmaktadır.

Tümörün memedeki yerleşim yerine, büyüklüğüne ve mikroskopik özelliklerine, tümörün immuno-histokimyasal verilerine ve koltuk altı yönünde saptanan yayılıma göre, “koltuk altı lenf bezleri” nin çıkarılmasına karar verilebilir.

İşte bu kararda önemli olan parametrelerden birisi, memeden koltukaltı boşluğuna gidişin ilk basamağı olarak kabul edilen “Sentinel Lenf Düğümleri” nin, meme kanseri ile bulaşmış olup-olmadığının, yani kanserin koltuk altı lenf bezlerine yayılıp yayılmadığının saptanmasıdır.

Bunu sağlamak için, sentinel lenf düğümlerini bulmayı hedefleyen birkaç metod vardır ve yüksek başarı ile uygulanmaktadır.

Sentinel lenf bezi biyopsisi

Son yıllarda uygulanmaya başlanan yeni bir tekniktir

Memeden injekte edilen özel boya veya radyoaktif maddelerden yararlanarak, onların koltuk altında ulaştığı ilk lenf bezi veya bezleri (sentinel lenf bezi) saptayarak çıkarmak ve histopatolojik olarak değerlendirmek şeklinde tanımlanabilir. Memedeki tümör, koltuk altı yönünde yayılmış ise, prensip olarak ilk planda sentinel lenf düğümlerine ulaşacak ve koltuk altı tutulumu başlamış olacaktır. Bu durumda “koltukaltı lenf bezlerinin çıkarılması gerekli” olacaktır.

Sentinel lenf düğümlerinde kanser yayılımı yoksa, kanser koltuk altına ulaşmamış olarak değerlendirilecek ve “koltukaltı lenf bezlerinin çıkarılmasına gerek olmadığı” anlaşılacaktır.

Bu önemli ayrımı sağlayan “sentinel lenf bezi değerlendirmesi”, yüksek doğruluk oranı ile yaygın biçimde kullanılmakta ve lüzumsuz yapılan koltuk altı girişimlerinin oranını büyük ölçüde azaltmaktadır.

Koltukaltı lenf bezlerini çıkaran cerrahi girişimlerin yapılması veya koltuk altına radyoterapi uygulanması sonrasında bazı hastalarda kol şişmesi (lenfödem) ve bununla birlikte kolda ağrı, uyuşukluk gibi şikayetlere yol açan komplikasyonlar oluşabilmektedir. Bu başa çıkılması zorlu komplikasyonları en aza indirmenin yolu, “gereksiz koltukaltı girişimlerin” den uzaklaşabilmekten geçmektedir, bunun için de “sentinel lenf bezi biyopsisi” nin kullanımı önem taşımaktadır.

  • Kemoterapi

Kanser hücrelerine karşı yapılan ilaç tedavisidir. Amaç kanserin tekrarını önlemek ve yaşam süresini uzatmaktır.

Ameliyattan önce veya sonra yapılabilir.

İlerlemiş olgularda ilk tedavi olarak ,sıklıkla radyoterapi ile birlikte, olguyu cerrahi girişime uygun bir evreye getirebilmek için yapılan tedavi şekline “Neoadjuvant kemo-radyoterapi” denir.

Hastanın bağışıklık sisteminin desteklenmesini ve bu yolla organizmanın kanser ile uğraşısını daha başarılı bir seviyeye getirmeyi amaçlayan ilaç tedavisine “İmmünoterapi” denilir. Son dekadlarda daha da ümit bağlanan bir tedavi konumundadır.

  • Radyoterapi

Yüksek enerjili x-ışınları kullanılarak yapılır

Amaç kanser hücrelerini öldürerek, ameliyat bölgesindeki kanser tekrarını (nüksleri) önlemektir

Genellikle , ameliyat sonrasında hafta içi her gün yapılan, 5-7 hafta süren bir tedavi şeklidir

Bu tedavi şekli de, tek başına veya tercihen kemoterapi ile birlikte, ilerlemiş tümör yayılımını küçültmek ve sonra daha sağlıklı ameliyat yapabilmek için , ameliyat öncesinde kullanılabilir. Bu yaklaşıma, “Neoadjuvant Tedavi” adı verilir.

Özetle; meme kanserine, erken evrede gecikmeksizin tanı koyulabilir ve tedavi bu dönemde yapılırsa, hastalara uzun ve hastalıksız bir yaşam süresi sağlanabilir. Tanı ve tedavi kararları multidisipliner bir yaklaşımla (cerrah-onkolog-radyoterapist-radyolog-patolog-psikolog tarafından) verilir ve bu kararlar tümör konseyinin tedavi edici hekimleri tarafından uygulanır.

Burada en önemli görevlerden birisi cerrahındır ve her konuda olduğu gibi “deneyimli” ve bu konuda “birikimli” bir cerrahın tercih edilmesi , sonuçları olumlu etkilemektedir.

MEME KANSERİ TANI ve TEDAVİSİ – TÜRKİYE PERSPEKTİFİ”

Prof. Dr. Tarık Akçal ile “Medikal Dergi” röportajı

Sizi tanıyabilir miyiz?

Vefa Lisesi’nden mezun olduktan sonra İstanbul Tıp Fakültesi’ne girdim ve 1969 yılında bitirerek aynı yıl Cerrahpaşa Genel Cerrahi Kürsüsü’ne asistan oldum. İstanbul Üniversitesi tarafından 1978-79 yılları arasında Oxford Üniversitesine gönderildim, 1980 yılında doçent, 1988 yılında profesör unvanı aldım. Ayrıca 1984 yılından beri muayenehane hekimliği de yapıyorum, 200 ün üzerinde yabancı , yerli bilimsel çalışmam ve yayınlanmış 20 yi aşkın kitabım var.

Meme kanseri tedavisinde, cerrahi açıdan son yıllarda dünyada ve ülkemizde ne gibi gelişmeler yaşanıyor?

Meme kanseri tedavisinde son 15-20 sene içinde, prensip olarak memeyi koruyan bir cerrahi gündeme geldi. Daha önceleri meme kanserinin cerrahi tedavisi için memenin feda edilmesi söz konusuydu. Bugün %70-80 oranında memeyi koruyan bir cerrahi uygulama yapıyoruz. Meme koruyucu cerrahi, memenin bir kısmını çıkaran, geri kalan bölümünü koruyan ve bu alana radyoterapi uygulanan bir tedavi biçimi. Memeyi korumak için mutlaka radyoterapi gerekiyor. Başka bir deyişle, radyoterapi olmadan meme koruyucu cerrahi yapamazsınız.

Meme koruyucu cerrahi 1970’lerde şekillenen bir metod. Bu yöntemin gelişmesi ve yaygınlaşması ise son 20 senede gerçekleşti. Günümüzde artık ülkemizin değişik yerlerinde de gayet güzel uygulanabilmekte. Zamanla meme koruyucu cerrahinin sınırları da değişti. Eskiden daha seçici davranılıyordu mesela memenin sadece periferik kısmında ve 5 cm’nin altındaki tümörlerde bu uygulama yapılabiliyordu. Şimdi ise yerleşim veya çap sınırı olmayan, yani memenin her yerindeki kitlelerde uygulanan bir metod haline geldi.

Meme koruyucu cerrahi, adı geçen hasta grubu açısından çok önemli, çünkü hem hastanın kadınlık işareti olan bir organı yerinde kalıyor hem de memenin muhafaza edilmesi ilave bir onkolojik sıkıntı getirmiyor. Memeyi çıkarmanın mutlaka gerekli olduğu haller de olabiliyor. Bunlar meme kanserli hastaların yaklaşık %20’sini oluşturuyor.

Meme koruyucu cerrahinin ülkemiz genelindeki uygulanabilirliği ne düzeyde, tüm bölgelerimizdeki hastanelerimizde aynı kalitede yapılabildiğini söylemek mümkün mü?

Meme koruyucu cerrahi uygulamak için hekimin bilgisi yanında, sağlık altyapısı açısından bazı olmazsa olmaz şartlar vardır, şüphesiz bunların bir tanesi radyoterapi. Radyoterapinin olmadığı hastanelerde böyle bir yöntemin uygulanması mümkün olamıyor. Hekimin bilgisinin daha önceki metodlar seviyesinde kaldığı durumlar da söz konusu olabilir. Hizmet içi eğitimin eksikliklerini, yeni metodların tüm ülke genelinde uygulanması için yapılan hizmet içi eğitim seminerlerinin amacına yeterince ulaşmadığını gözlemleyebiliyoruz. Gittiğim kongrelerde, konferanslarda gördüğüm kadarıyla ülkemizin çeşitli bölgelerinde yenilikleri takip eden ve bunları uygulayan hekimler büyük bir topluluğu oluşturuyor ama ne yazık ki böyle olmayanlar da var.

Cerrahideki gelişmelerin hasta yaşam kalitesi üzerindeki etkileri nasıl oldu?

Kadınlık işareti olan organlardan birisi meme dokusudur. Dış görünüşüyle ve farklı özellikleri ile meme bir kadın için son derece önemli bir organdır. Bir hanım için mide, barsak, bel ya da omuz gibi bir organ değildir. Bu organın kaybı insanda hiç geçmeyecek, hayat boyu devam edecek psikolojik sorunlar meydana getirir. Yaşlı dahi olsa kadınlar bu durumdan etkilenirler. Bunun genç bir insan olduğunu düşündüğümüzde, bu sorun daha da belirgin hale geliyor. Yani aktif cinsel hayat döneminde olan kadınlarda çok daha büyük sorunlar oluşturuyor. Büyük bir yıkım meydana getiriyor fakat meme koruyucu cerrahi daha kabul edilebilir bir yöntem. Memenin şekline müdahale etmeden, sağ sol farkı oluşturmadan meme ameliyatı yapılabiliyor. Dolayısıyla hasta bu ameliyatı daha kolay kabulleniyor ve ameliyat sonrasında çok belirgin bir psikolojik sorun yaşamıyor.

Mastektomi uygulanmak zorunda olunan hastalar için ameliyat öncesinde veya sonrasında herhangi bir psikolojik destek sağlanıyor mu? Ülkemizde bu hastaların ne kadarına böyle bir destek verilebiliyor?

İnsanın psikolojik bir yıkım halinde olduğunu karşıdan göremeyebilirsiniz, yani çok dayanıklı bir insan olabilir ve yaşadığı durumu çok fazla belli etmeyebilir. Ancak hekim bunu hissedebilir ya da ailesi bunu fark edebilir. O zaman bu hastaya bir psikiyatrik yardım sağlanması gerekir. Hastaların hepsinin bir psikolojik destek alması gerektiğini düşünmüyorum ama bir kısım hasta tercihen ameliyat öncesinde veya sonrasında psikolojik desteğe ihtiyaç duyar.

Türkiye açısından ne kadar hastaya psikolojik desteğin sağlandığı konusunda bir genelleme yapmam doğru değil ama İstanbul’da bu imkanı bulabiliyoruz. Gerek fakülte hastaneleri gerekse özel hastanelerde bu imkan mevcut ancak İstanbul veya büyük şehirlerin dışında böyle bir imkan bulmak daha zor. Bir hastanın böyle bir yardıma ihtiyacı olması ve bu ihtiyacının karşılanamaması kısa sürede gerçekleştirilecek bir tedavinin uzamasına neden olabilir. Bu nedenle gerçekten, “psikolojik destek” ihtiyacı olduğu hissedilen hastalar için bu destek son derece önem taşımaktadır.

Meme koruyucu cerrahi için erken tanının öneminden bahseder misiniz?

Erken tanı, tüm hastalıkların tedavisinde son derece önemli. Yalnız bu, memede daha belirgin. Meme daha şanslı bir organ, çünkü meme daha kolay izlenebilen, içindeki doku değişikliklerinin daha kolay görülebildiği, görüntüleme yöntemlerinin daha kolay uygulanabildiği bir ortam. Mesela mideye ya da kalın barsağa göre çok daha kolay uygulanabilir, çünkü meme dış yerleşimli bir organdır. Tabii her hastada erken tanı yine de mümkün olamıyor. Örneğin, geçtiğimiz günlerde ameliyathanede rastladığım bir hastanın meme tümörü 10 cm’ye yaklaşmış ve artık cildinden dışarı doğru taşmış, cildi açarak dışarı doğru çıkmıştı. Bu hadde gelene kadar doktora gitmeyen hastalar var. İnsanların değişik korkuları, yanlış danışmanları var. Türkiye’de yanlış danışmanlar çok önemli bir sorun. Sokaklarda kanser destek merkezi diye yerler görüyoruz. Acaba bunlar nasıl bir destek veriyorlar, tamamen tartışmalı bir konu. Maalesef , televizyonlarda zaman – zaman izlediğimiz , “meme kanserinde alternatif tedavi” adı altında, ipe sapa gelmeyen ve hastaların gecikmesine sebep olmaktan başka bir sonuç getirmeyen sahtekarlıklara da şahit oluyoruz.

Bugün “meme kanseri” konusunda dünyanın her yerinde aynı prensiplerle uygulanan , cerrahi , kemoterapi ve radyoterapi olmak üzere üç tane tedavi metodu vardır. Bunların üçünün de kombine olarak kullanılmasıyla bu hastalar tedavi edilmek durumundalar. Tanı erken konursa bu tedaviler çok daha iyi sonuçlar vermektedir. Bu nedenle erken tanı son derece önemlidir. Bahsettiğimiz tüm tedavi metodları ülkemizde de çok başarılı olarak uygulanabilmektedir.

Geçmişe göre bir kıyaslama yapacak olursanız, günümüzde kadınların bu konudaki bilinç düzeyinde bir iyileşme olduğunu söylemek mümkün mü?

Eğitim seviyesi ne olursa olsun, nerede yaşarsa yaşasın herkes için artık mamografi veya ulturasonografiye ulaşmak çok kolay. Gelir seviyesi çok düşük semtlerde de gayet etkin biçimde yapılıyor. İnsanların bilinci de eskiye göre çok daha fazla artmış durumda. Hiç beklemediğimiz insanlar bu konularda son derece bilinçli ama ne yazık ki bilinçli olmasını beklediğimiz birçok insanın da hala konuya gereken önemi göstermediğini gözlemleyebiliyoruz.

Meme kanseri konusunda toplumsal bilinci artırma yönünde sizce öncelikle yapılması gerekenler neler ve bu konuda kimlere ne gibi görevler düşüyor.

Türkiye çok gelişmiş bir ülke değil, ancak son dekadlarda belirgin aşamalar gösteren bir ülke veya daha siyasi bir tabirle “gelişme yolunda olan” bir ülke. Onun için bugün itibariyle her türlü hizmetin herkese verilebildiğini kabul etmek yanlış ama 15-20 sene öncesine göre daha iyi olduğunu söylemeliyim. Bu bir bakıma otoritenin neyi yapmak istediğiyle alakalı, otorite çok fazla para vererek bu taramaları yapmak, yaptırmak, yaygınlaştırmak düşüncesinde olursa bunları yapabilir ama bunun için hastanelerin randevu departmanlarını geliştirmek, gezici tarama araçlarını artırmak durumundadır. Meme taramaları açısından uygulamaların, özellikle büyük şehirlerde, düne göre daha yaygınlaştığını söyleyebilmekle birlikte, bugün çok fazla yapılabildiği konusunda ben birtakım endişeler taşıyorum. Özellikle kırsal kesimde bir hastane açılıyor ve bunun radyoloji bölümü olmuyor. Küçük hastanelerin çoğuna radyoloji bölümü koyulsa da mamografi çeken bir alet olmuyor. Mamografi için farklı bir yatırıma ihtiyaç var.

Her 8 kadından bir tanesinde meme kanseri görülüyor. Bu hemen hemen her ülkede aynı. Yani siz bu 8 kadından her birine tetkik yapıyorsunuz ve 7 tanesinde bir şey çıkmıyor. Bu anlamda tarama metodları mali bir yük oluşturuyor. Gelişmiş ülkelerden bir örnek verecek olursak, örneğin, Japonya mide kanserinin çok yaygın görüldüğü bir ülke olduğundan burada herkes belli zamanlarda endoskopik tetkik yaptırıyor. Bu mamografiye göre çok pahalı bir yöntem fakat yine de yapılıyor. Ne yazık ki biz henüz bu seviyede değiliz. Ancak 2000 li yıllarda Türkiye’de de büyük atılımlar var.

77 milyonu aşan nüfusumuz var ve bu insanların sağlıklılık hallerinin devamını sağlamak Sağlık Bakanlığı’nın sorumluluğunda. Sağlık Bakanlığı bir otoritenin sahibidir, bu otorite hastaneleri kurar, çalıştırır, her türlü sistemi değiştirir, her türlü anlaşmayı yapar, işin parasal kaynaklarını bulur, koruyucu tıp çalışmaları yapar, çocukları korur, aşılama kampanyaları yapar, aşılama takvimlerini belirler. Meme kanserine karşı, kadınların aile öyküsü vs. gibi herhangi bir özel durumu yoksa 40 yaşından itibaren; mamografik ve ultrasonografik yöntemlerle taranması konusunda Sağlık Bakanlığı’nın kaynak yaratması ve elindeki imkanları harekete geçirmesi ile hastalığın erken tanısı , daha yüksek oranda sağlanacaktır. Bunu yaparken ilgili tüm kuruluşlarından da istifade etmelidir, taramaların sistematik hale getirilmesi ve daha yaygınlaştırılması gerektiğini düşünüyorum.

Prof. Dr. Tarık Akçal